Thursday, November 29, 2007

Hedef Sağlık

İlaç sanayinin ürünlerini
hastalara ulaştırma kanalları ve koşulları, yasa ve
yönetmeliklerde belirlenmiştir. Bu çerçevede, ilaç, doğrudan
üreticiden tüketiciye satılamaz. Üreticiler, ürünlerini,
ecza depoları ve eczaneler aracılığıyla ya da yatarak
tedavilerde, hastaneler aracılığıyla tüketiciye
ulaştırırlar.

Bilindiği üzere, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ve 4735
sayılı Kamu İhale Sözleşme Kanunu, 1 Ocak 2003 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. Buna göre, Millî Savunma Bakanlığı,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve
üniversite hastanelerinde ilacın temininde bu kanun
hükümleri uygulanmaktadır.

Kamu alımlarında standardizasyonu sağlamak ve tasarruf
yapmak amacıyla çıkarılan Kamu İhale Kanunu uyarınca,
üretici ve ithalatçı firmalar SSK’ya iki kanaldan mal
satabilmektedirler; ya açılan ihalelere kendileri girmekte
ya da ecza depoları vasıtasıyla ihalelere katılmaktadırlar.

Kamu İhale Kanunu’nun SSK alımlarında uygulanmaya başlaması
ile her SSK ünitesi yatak kapasitesi ve ilaç tüketimine göre
farklı limitlerde ihale açabilmektedir.

Eğer firma ihalelere kendi girmek isterse, bürokratik
işlemlerle uğraşmak ve büyük ihalelerde teminat mektupları
vermek durumunda kalmakta ve sattığı ürünün bedelini
Kurumdan gecikmeli olarak tahsil edebilmektedir.

Firma bir depo kanalı ile ihaleye girdiği taktirde, tüm bu
bürokratik işlemleri depo yapmakta ve firma ürünün bedelini
depodan tahsil etmektedir. Depolar, bu faaliyetleri
karşılığında, verilen ürün bedeli üzerinden komisyon
almaktadırlar.

Firmalar, ihalelere katılım aşamasında karşılaştıkları
zorluklar ve geri ödemelerinin çok gecikmesi nedeniyle,
genelde depolar kanalı ile ihaleye girmektedir.

İnsan sağlığını doğrudan ilgilendiren bir ürün olması
nedeniyle ilacın kamunun diğer alımları ile aynı kapsam
içinde değerlendirilmesi, hem sağlık kuruluşlarımızı, hem
hastalarımızı, hem de endüstrimizi telafisi mümkün olmayan
kayıplarla karşı karşıya bırakabilecektir.

Günümüz itibariyle ülkemizde piyasadaki ürün adedi 4.800’e
ulaşmıştır. İlaç tüketiminin bölgelere, mevsimlere ve
koşullara göre farklılaştığı ve hastalık trendlerinin
değiştiği dikkate alındığında, ilaca ne zaman ve ne miktarda
ihtiyaç duyulacağının belirlenmesi mümkün değildir.

İlaç alımları, Kanunun 66. maddesi uyarınca aynı kanunun 3.
maddesinde ifade edilen istisnalar kapsamına alınmalıdır.


İlaç alımlarının kapsam dışına alınması ile;

• İhtiyacın üzerinde alımlar önlenecek,

• İhtiyacın üzerinde alınan ürünlerin süresinin geçme riski
ortadan kalkacak,

• Kesintisiz ilaç temini sağlanacaktır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı kamuoyuna yaptığı
açıklamalarda, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı sigortalıları gibi,
SSK’lıların da ilaçlarını serbest eczanelerden temin
etmeleri için sektör temsilcileri ile görüşmelerin sürdüğünü
söyledi. Üreticiler olarak siz nasıl bir çözüm
öneriyorsunuz?

Bilindiği gibi SSK hastanelerindeki sorunların çözülerek
daha rasyonel ve çağdaş bir hizmet verilebilmesi için;
"SSK’lı hastaların devlet hastanelerinin hizmet sunumundan
yararlanması" yönünde hükümet olarak bir karar alınmış ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı
arasında bu konuda bir protokol imzalanmıştır. Buna göre;
2004 yılı başından itibaren daha önce muayeneleri yalnızca
SSK ünitelerinde yapılan hastalar, sağlık ocağı ve devlet
hastanesi gibi kurumlarda muayene olabilmektedirler.

SSK’lı hastaların, Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurumların
sağlık hizmetlerinden yararlanmaları projesi kapsamında,
ayakta tedavilerde düzenlenecek SSK reçetelerindeki
ilaçların serbest eczanelerden temin edilmesi için SSK,
sektörden iskonto talebinde bulunmuştur.

Bugüne kadar üzerine düşen tüm sorumlulukları özveriyle
yerine getirmeye çalışan İEİS üyeleri bu öneriyi de olumlu
karşılamış, uygulama konusunda yardımcı olmak amacıyla
kısıtlı imkânları dahilinde tüm tarafların (üreticiler,
depocular ve eczacılar) katılımıyla iskonto vereceklerini
belirtmiştir.

Sendikamız, bu projeye sosyal yararları açısından bakmakta
ve uygulamanın sağlık sisteminde aksayan tarafların
düzeltilmesi yönünde önemli bir adım olduğu kanısını
taşımaktadır.

SSK’da zincir eczanelerin olmasının "piyasa ekonomisi" ve
"rekabet hukuku" açısından haksız bir ortam yarattığı
söyleniyor. Sektör yeniden yapılanırken SSK’da ayakta tedavi
gören hastaların serbest eczaneden ilacını almaları ülke
ekonomisine ve topluma nasıl bir katma değer yaratır?
Vatandaşa verilen hizmetin kalitesi artar mı?

SSK’nın, nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki kurumlarında 24
saat açık olan yeni eczaneler kurulmasına ve varolan
eczanelerin de aktif hale getirilmesine yönelik projesi
bulunmaktadır. Tüm illeri kapsayan zincir eczane projesi,
yeni eczacı istihdamı ile personel giderleri olmak üzere,
çeşitli işletme giderleri anlamına gelmektedir ve SSK’nın
harcamalarını artırıcı bir unsur olarak değerlendirilebilir.


SSK reçetelerinin serbest eczanelerden karşılanması ile SSK
eczanelerindeki yığılmalar önlenecek ve hastalar bir yandan
ilacın kullanımında eczacının bilgisinden daha verimli
olarak yararlanabilirken, diğer yandan da ilaçlarına daha
kolay ulaşabilir hale gelecekler. Dolayısıyla SSK’lı
hastaların, diğer sosyal güvenlik kurumları mensuplarının
statüsüne kavuşmasıyla, sağlıkta eşitlik ilkesi sağlanmış
olacaktır.

Diğer yandan, ilaçların serbest eczanelerden temin
edilebilmesi ile ecza depolarının ve eczanelerin ticaret
hacminin artması beklenmektedir.

Teşekkür ederiz. Eklemek istediğiniz başka görüş var mı?

Günümüzde sosyal devlet olmanın en belirgin vasfı, sağlık ve
eğitim alanında dengeli, eşit, etkin, verimli ve ucuz hizmet
sunulmasıdır. Sağlık hizmetlerini iyileştirme, geliştirme
çalışmaları sadece ülkemizde değil, tüm dünyada gündemde yer
alan konuların başında gelmektedir. Bu çalışmaların amacı,
gelir düzeyine ve sosyal statüsüne bağlı olmaksızın ihtiyacı
olan herkese yüksek kalitede ve etkin tedavi imkânlarını
sağlamaktır.

Tüm ülkelerde, ilaç sektörünün en önemli alıcısı, ülkelerin
Sağlık Sigorta Sistemleri’dir. Kamu otoritesi sağlık
hizmetlerinin sunumunda, hangi ilacın geri ödeme kapsamına
alınacağını belirlerken, ilacın arz ve talep dengesini de
büyük oranda etkilemektedir.

Sosyal Güvenlik Kurumları’nın ilaç ödemelerinin gecikmesi ve
rasyonel olmayan ayrı alım sistemleri uygulanmasından doğan
karışıklık, bugün ilaç sektörünün en önemli sorunlarından
birisini oluşturmaktadır.

Sosyal güvenlik sistemindeki mevcut çoklu yapının, tek
kuruluştan oluşacak bir sisteme dönüştürülmesi ya da üç
kuruluşun tek bir otoriteye bağlanması gibi alternatif
çözümlerle sosyal güvenlik hak ve uygulamalarında norm ve
standart birliğinin sağlanmasını, kurumlardaki mali
hareketliliğin ve pozisyonun izlenmesini ve ortak veri
tabanı oluşturulmasını bekliyoruz.

Blogged with Flock

Monday, September 10, 2007

referans

Hanımların pek çoğunun yakındığı meme ağrısını hastalık durumundaki ağrıdan ayırt etmek gerekir. Bizim Mastodini dediğimiz bu ağrı herhangi bir hastalığa bağlı değildir. Tamamen fizyolojik olan hu ağrı siklusun ikinci yansından başlar ve adet görmeyle kaybolur. Hassasiyet ve gerginlik olarak tanımlanan bu ağrı daha çok memenin üst dış kadranında görülür.

Özellikle iri memeli hanımlar bu ağrıyı koltuk altlarına ve omuzlarına kadar hissederler. Bu tip ağrı tamamen fizyolojiktir ve endokrin sistemin dengede olduğunun kesin bir belirtisidir. Bu durumlarda herhangi bir hormon tedavisi kesinlikle uygulanmaz. Basit bir ağrı kesici yeterlidir. Memenin enfeksiyonları daha çok süt verme döneminde görülür. Meme ucundaki çatlaklardan giren mikroplar memede kızarıklık ve ağrı ile enfeksiyona yol açarlar, İyi tedavi edilmezse apseleşirler. Doktorların uzun süren bir meme enfeksiyonunu kanserden ayırdetmesi çok önemlidir.

Meme başı akınıtıları da kadınların sık görülen dertlerinden biridir. Bu akıntılar sarı, gri, yeşil yada kahverengi kanlı olabilirler. Akıntı kendiliğinden gelebildiği gibi. sıkmakla da meme uçunda görülür, Bazen süt verme kesildikten sonra bile süt salgısı devam edebilir. Doktorlar bu tip akıntılar selim hastalıktan mı yoksa meme kanserinin bir belirtisi mi olduğunu ayırt etmek zorundadır. Özellikle kanlı meme başı akıntıları titizlikle incelenmelidir.

Meme hastalıklarının araştırılmasına yönelik yaklaşım içerisinde mamografi en etkin radyolojik yöntemdir. Diğer tanı yöntemleri, gerektiğinde mamografiyi tamamlayıcı olarak kullanılmalıdır. Mamografi kullanımı tanı ve tarama amacına yöneliktir. Otuz yaşından büyük, belirtileri olan kadınlarda meme muayenesinden sonra tanı amaçlı bilateral mamografi yapılmalıdır. Palpasyonda malign kitle bulguları olan ve bu nedenle biyopsi planlanan hastalarda da palpe edilen bölgenin kitleden ayrı bir kistik patoloji bulunma olasılığı nedeniyle mamografik inceleme önerilir. Tarama amaçlı mamografi ise meme kanserine ilişkin yakınması ya da bulgusu olmayan kadınlarda uygulanan, klinik olarak gizli kalmış meme kanserinin tam ya da yüksek bir iyileşme olasılığının olduğu bir dönemde tedavi edilebilme şansının araştırılmasını amaçlayan ve erken tanıda yararı gösterilmiş tek görüntüleme yöntemidir. Ancak meme muayenesi olmadan yapılan mamografik değerlendirmede duyarlılığın %10-15 oranında azaldığı hesaplanmıştır. Tarama amaçlı mamografik incelemeye başlama yaşı konusunda farklı görüşler olmakla birlikte genel olarak 40 yaşında başlanması, 40-49 yaş arasında 1-2 yılda bir, daha sonra yılda bir uygulanması önerilmektedir. Yandaki menü ve aşağıdaki linkler yardımıyla görmek istediğiniz konulara ulaşabilirsiniz.



Powered by ScribeFire.

basından

TÜRK KADINLARI MEME KANSERİNİ ÖNEMSEMİYOR!






Türkiye’de kadınların, erken tanı konulduğu
zaman tamamen tedavi edilebilir bir hastalık olan meme kanserini
önemsemedikleri bildirildi.

10 Eylül 2007 Pazartesi 10:49











Türkiye’de
kadınların, erken tanı konulduğu zaman tamamen tedavi edilebilir bir
hastalık olan meme kanserini önemsemedikleri bildirildi.
Falez
Rotary Kulübü tarafından Antalya’da düzenlenen "Erken Tanı Hayat
Kurtarır" konferansına katılan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Radyodiagnostik Anabilim Dalı Meme Görüntüleme Ünitesi Sorumlusu Prof.
Dr. Selma Tükel, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye’de her 10 kadından birinde meme kanseri olduğunu söyledi.

Meme kanserinin erken teşhis durumunda tamamen tedavi edilebildiğine
dikkati çeken Prof. Dr. Tükel, "Meme yüzeysel bir organ olduğu için
erken tanı şansı vardır" dedi.
Buna karşın Türkiye’de
"bilinçsizlik ve bilgisizlik" nedeniyle erken tanının çok az olduğunu
dile getiren Prof. Dr. Tükel, "Meme kanseri olanların yüzde 86’sı
belirtiler başladıktan sonra hastanelere başvuruyorlar. Yani bu
hastalar, memelerindeki rahatsızlık nedeniyle ilk kez başvurdukları
hastanelerde kanser olduklarını öğreniyor" diye konuştu.

Türkiye’de meme kanseri olan kadınların çoğunun hastalığın ileri
evrelerinde tedaviye başladıklarını vurgulayan Tükel, gelişmiş
ülkelerde ise meme kanserine erken tanı koyabilmek için 40 yaşın
üzerindeki kadınlara takip programı uygulandığını, kadınların bu yaştan
sonra yıllık kontrollere gitmeleri gerektiğini kaydetti.

Kadınların ayda bir elle muayene ile göğüslerini kontrol etmelerini
isteyen Tükel, erken tanı için en güvenilir yolun ise mamografi
olduğunu dile getirdi. Tükel, mamografinin elle muayenede kanserli
kütle ele gelmeden 2 yıl önce yüzde 90 oranında kanser oluşumunu
gösterdiğini söyledi.
Tükel, her kadının meme doku
özelliklerinin parmak izi gibi birbirinden farklı olduğuna işaret
ederek, kadınların memelerini iyi tanımaları durumunda gelişen yeni
yapıları daha kolay algılayacaklarını dile getirdi.

TÜRK KADINLARI MEME KANSERİNİ ÖNEMSEMİYOR!

Powered by ScribeFire.